Söğüt Ne Söylüyor? romanıyla Barbellion Ödüllü’nü kazanan, UNESCO Edebiyat Şehri Yazarı ünvanının sahibi Lynn Buckle’la hem roman yazma serüveni hem de işitme engelliler için yürüttüğü faaliyetlerinin eserindeki yansımaları hakkında konuştuk.
Merhaba Lynn, Türk okurlarının sizi tanıması için biraz kendinizden bahseder misiniz?
İrlanda kırsalının orta kesimlerinde yaşıyorum. Sesi algılamak ve iletişim kurabilmek için yardımcı teknolojiden ve işaret dilinden faydalanıyorum. Yazarlığın yanı sıra sanatçı ve öğretmenim, bu sene işitme engelliler için faaliyet gösteren bir hayır kurumunda görev almaya başladım.
Yazma maceranıza ne zaman başladınız? Dönüm noktası diyebileceğiniz bir olay var mı bu süreçte?
Yaklaşık sekiz yıl önce yazmaya başladım, hem de doğrudan romanla. Bir acemi hatası olarak dosyamı yayınevlerine çok erken gönderdim. Ancak gönderdiğim ilk şiirler ve kısa öyküler kabul edilince, bu durum beni yazmaya devam etme ve 2018’de époque press tarafından yayınlanan romanım The Groundsmen’i yeniden düzenleme konusunda cesaretlendirdi. Yaptığım en faydalı şeylerden biri, mahallemdeki kütüphanede bir yazı grubuna katılmaktı; burada sanatımı geliştirdim, diğerlerinden birçok şey öğrendim ve kendi etrafımda bir yazı topluluğu oluşturdum.
Bu süreçte kariyerimi değiştiren birçok an yaşandı: Örneğin bir yayıncım oldu, daha sonra uluslararası Barbellion Ödülü’nü kazandım ve İrlanda’yı, Birleşik Krallık Ulusal Yazı Merkezi’nde “UNESCO Edebiyat Şehri Yazarı” olarak temsil etme şansına sahip oldum. Bazen bir okurun, kitabınızın kendisini ağlattığını söylemesi- mümkün olan en güzel şekilde- her şeye değer.
Metinde özel isim kullanmamanızın yanı sıra akrabalık bağlarını belirtmek üzere kullanılan kelimelere, torun ya da koca gibi aitlik eki de getirmeyi tercih etmiyorsunuz. Bunun sebebi ya da sebeplerini öğrenebilir miyiz?
Bu yaklaşımda, iç dünyalarımıza yönelik daha uygun bir aşinalık vardır. İnsanlar hakkında içimizden düşünürken onların isimlerini açıklama gereği duymayız. Bu yöntem, okurların anlatıcının birinci tekil dünyasına daha fazla girmesine yardımcı olur ve aracıları kaldırarak doğrudan hikâyeye olan mesafeyi kısaltır.
Bizce kitabın biçimsel olarak en önemli özelliklerinden biri, işaret diliyle ifade edilen sözlerin italik olarak yazılması ve boşluklardan faydalanarak kesik kesik gidiş gelişlerin hissettirilmesi. Bu biçimsel müdahalenin ilham kaynağını, fikrin doğuşunun hikâyesini öğrenebilir miyiz?
Editoryal aşamada işaret dilini nasıl aktaracağımı belirlemek için uzun bir süre zorlandım çünkü bu görsel bir dil ve grameri konuşma diline göre çok farklı olabiliyor. Edebiyatta çeşitli örneklere rastlamak mümkün ancak işaret dilini ağızdan çıkan kelimelerden ayırmak tartışmalı bir konu, çünkü bu tamamen iletişimle alakalı bir durum. Diyalogların içindeki kelimeleri italik kullanabilirdim. Seçimim anlatıcının, yani anneannenin, sağırlık kültürüne yabancı olduğu gerçeğini yansıtıyor. Ayrıca işaret dili bilmeyenlerin, İrlanda İşaret Dili (ISL) ile konuşma dili arasındaki farkı anladıklarından emin olmak istedim.
Kitaptaki boşluklar konusundaysa, her el hareketini ve jesti yazıya dökmek istemedim çünkü bu, böyle hızlı bir dil için çok fazla zaman alırdı! Aynı zamanda bazı boşluklar iletişimdeki eksiklikleri, hataları, duyulmamış sesleri ve karakterler tarafından yanlış anlaşılan işaretleri göstermekte.
Yalnızca birkaç kitap Söğüt Ne Söylüyor?’un yaptığı gibi kalbimin derinliklerine dokunmuştur. Doğayı bu kadar iyi yansıtmayı nasıl başardınız? Bunu sadece gözlemle yapmak pek mümkün değil. Doğa ile bağlantınızı ve ilişkinizi nasıl tanımlarsınız?
Kurgusal doğa yazınına sıklıkla hâkim olan doğanın, “ötekileştirilmesinin” üstesinden gelmek, bunun yerine hepimizin sahip olduğu bağlantıyı, hem doğa olduğumuzu hem de ondan ayrı olduğumuzu aktarmak istedim. İrlanda İşaret Dili doğayı harika bir şekilde anlatıyor ancak kelime dağarcığının bu kadar çok bilgiyi nasıl barındırabildiğini görmek için İrlanda İşaret Dilini anlamanız gerekiyor.
Turba bataklıklarında yaşamak, insanların sürekli baskısı altında olan, değişen bir doğa manzarasının bir parçası olmak edebi faaliyetlerimi kesinlikle etkiledi. Bir sanatçı ve yazar olarak her zaman gözlemledim ve bu sayede doğayı birçok açıdan öğrendim; onun zayıflıklarını, güçlü yanlarını ve bundaki rolümüzü takdir ettim.
Anneanneyle torun arasındaki sevgi ve iletişim bağının doğa sevgisi üzerinden kurulduğunu görebiliyoruz. Özellikle ağaçlar kitabın en önemli “karakterlerinden” biri. Edebiyatta ve bilhassa İrlanda mitolojisindeki sembolik anlamlarına baktığımızda söğüdün doğası gereği zorlu şartlarda büyüme ve hayatta kalma yeteneğinin güçlü bir sembol olduğunu, yeni hayatı temsil ettiğini görüyoruz. Sizin kitabınıza ismini veren söğüdün bu hikâyedeki yeri de sembolik anlamlarından mı geliyor yoksa bu ağacın sizin için özel bir yeri var mı?
Söğüt ağacı, kitapta sembolik ve mitolojik bir anlam taşıyor kuşkusuz. İrlanda okurları için konuşursam, bizi büyüten eski hikâyeleri hatırlamak ve bu mitolojik bağlantıları kurmak daha kolaydır. Toplumsal mitler, bir tür kısaltma gibidir ve ben bunlardan büyük ölçüde yararlanırım. Bunun yanı sıra bazı yeni mitler de uydururum. Ek olarak, ilk yazılı İrlanda dili olan Ogham, ağaçlara dayanıyordu ve Kelt Ağaç Alfabesi olarak bilinmekteydi. Söğüt ağacı, yerel bir ağaç olması nedeniyle bu bağlamda önemli bir yere sahip.
Söğüt Ne Söylüyor? yalnızca engelli ayrımcılığına (ableism) değil; aynı zamanda kayıp, kabullenme, ekolojik travma, modern hayatta yavaşlama/duraklama gibi birçok toplumsal ve sosyal meseleye değiniyor. Kitabı yazmayı planlarken bu kadar çok konu hakkında farkındalık oluşturmayı düşünüyor muydunuz yoksa yazım sürecinde mi tüm bunlar ortaya çıktı?
Bu noktada okurların hakkını vermek gerekir. Tıpkı hayatta olduğu gibi birden fazla sosyal konuyla başa çıkabilirler. Okurlar, fikirleri sindirmek için tek temalı yazının basitleştirilmesine ihtiyaç duymaz. Bu fikirleri başlangıçtan itibaren kullanmayı planladım, sadece yazmaya başlayana kadar dengenin nerede olacağı konusundan pek emin değildim.